1. (a) yaya olarak, yürüyerek.
    to go on foot: yaya yürümek.
    It takes longer to travel on foot
    than by car. (b) hazırlanmakta, hazır.
    A plan's on foot to invite the Minister of Health to visit our hospital.
    set on foot: kurmak, başlatmak.
    Who set that business on foot?
yaya olmak Fiil
yaya gitmek Fiil
yolu kullanan yaya
bir işi kalkındırmak Fiil
bir işi çalıştırmayabaşlamak Fiil
müzakereleri açmak Fiil
müzakereleri başlatmak Fiil
başlatmak.
set one's cap for
k.d. (evlenmek maksadıyla) peşini bırakmamak.
hazırlıksız yakalanmak.
The party started on the wrong foot: Toplantı aksiliklerle başladı.
(birisini) gafil avlamak, zayıf tarafından yakalamak.
uygun (veya uygunsuz) şekilde başlamak.
ayakları üstüne düşmek Fiil
kabahat kiminse onu suçlandırmak.
ayak basmak, girmek, adımını atmak. (Olumsuz tümcelerde kullanılır).
Never set foot on our property
again! Mülkümüze bir daha ayak basma!
No man has ever set foot on that rocky island.
işe yanlış yerinden başlamak Fiil
Durum değişti; eski çamlar bardak oldu.
durum bunun tersine, iş anladığın gibi değil.
(a) üstüne basıp geçmek, çiğnemek, (b) insafsızca/kötü muamele etmek.
(bir kimsenin) bir dediğini iki etmemek, etrafında dört dönmek, en ufak arzusunu yerine getirmek.
birinin etrafında dört dönmek, canla başla hizmet etmek.
Linda is spoiled because her mother waits on her hand and foot.